27.11.06

yoğun bir haftasonu

Haftasonu gene çok yoğun geçti...C.tesi sabahı erkenden düldülü bakıma götürdüm...Arabayı birkaç saat sonra teslim alacak olduğum için aradaki süreyi Murat'ın evinde kahvaltı ve muhabbet etmekle geçirdim...Nefis sucuk, bal/kaymak ve bilimum kahvaltı malzemesiyle donanmış masada göbeklerimiz çatlayana kadar yedik...Kahvaltının ardından bize katılan Umut'la birlikte kurduğumuz 3lü kumpanya, tartışma konusu "kitaplar/nolcak bu Türkiye'nin hali/iş görüşmelerinin saçmalıkları" gibi başlıklar olacak şekilde, bilinen ve üretilen her türlü küfür kullanarak kendini bir müddet tahrik ettikten sonra ayrılık vaktinin gelmesiyle kendini feshetti...Arabayı aldıktan sonra karşıya evime geçtim...Bir nikaha katıldım akşamüstü...Bu sefer gelinle damadın çıkacağı taraftaki kapıya doğru durdum, takı merasiminde en önde olayım diye...En önü kaptım kapmasına da, insanlarımızda sıra kültürü ve diğer insanlara saygı diye birşey olmadığından, en önde girdiğim sırada, takı sırasının bana gelmesi 15 dakikayı buldu...Bildiğim her türlü küfürü savurdum içimden...Bazen insanlardan nefret ediyorum...Bunu da not düşüyorum buraya...İsteyen istediğini söylesin, en okumuşu, en kültürlüsü dediğin insan bile hakkını gaspediyor...
Neyse, daha sonra arkadaşlarla buluşarak Moda'daki Oyun Atölye'sinde oynanan Shakespeare'in ünlü komedisi "Hırçın Kız"a gittik...Oyunun genelinde eğlendik, çok güldük, tabii oyunu bizim kültürümüze doğru oldukça fazla eğmişler doğal olarak,
oyuncular çok hareketli ve enerjiktiler...Belden aşağı takılmalar bence biraz fazlaydı...Oyunun sonu da bence çok havada kalmış, ya da ben yorumlayamadım o da bir ihtimal tabii :)
Akşam eşim de ben de hasta olduğumuzdan yorgun argın eve döndük, kafayı vurup uyumuşuz...
Pazar sabahı erkenden kalkıp anne-babaya kahvaltıya gittik...Klasik yedirme işkenceleri ve hayat ve sağlık üzerine baskılardan sonra, çocukluk arkadaşımın evine geçtik...Yeni baba olmuştu da...Ben bebekten çok Ulaş'ın halini görmeye gittim aslında...Gizli gizli dertleştik Ulaş'la :) Çok gizli oldu ya şimdi...
1 kaç saat hoş muhabbetin ardından, kalkıp tekrar anadolu yakasına geçtik...Migros'a uğrayıp haftalık alışveriş yaptık...Eve güç bela kendimizi atttık, yerleştirme ve hafif yemek aşamalarından sonra "Karayip Korsanları - Ölü Adamın Sandığı" filmini dvd keyfi vaktimizde izledik...Pazar en geç akşam 5 gibi evimde olup rahatlatıcı ve dinlendirici bir şekilde vakit geçirmekten çok hoşlanıyorum...Hem kafayı dinliyorsun, hem de haftabaşı iş gününe dinlenmiş olarak girme şansını arttırıyorsun...
Daha sonra uyuduk ve uyandık ve işte haftanın ilk mesai günü başladı...
Herkese iyi çalışmalar :)

25.11.06

Puslu Kıtalar Atlası

[ İhsan Oktay Anar Hocamızın bizi kendine hayran bıraktığı ilk romanı olan Puslu Kıtalar Atlası/İletişim Yayınevi/ romanının arka kapağından]
Yeniçeriler kapıyı zorlarken Uzun İhsan Efendi hala malum konuyu düşünüyor, fakat işin içinden bir türlü çıkamıyordu...
"Rendekar doğru mu söylüyor? Düşünüyorum, öyleyse varım. Oldukça makul. Fakat bundan tam tersi bir sonuç, varolmadığım, bir düş olduğum sonucu da çıkar: Düşünen bir adamı düşünüyorum. Düşündüğümü bildiğim için, ben varım. Düşündüğünü bildiğim için, düşlediğim bu adamın da varolduğunu biliyorum. Böylece o da benim kadar gerçek oluyor. Bundan sonrası çok daha hüzünlü bir sonuca varıyor. Düşündüğünü düşündüğüm bu adamın beni düşlediğini düşlüyorum: Öyleyse gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum."
Kapı kırıldığında Uzun İhsan Efendi kitabı kapadı. Az sonra başına geleceklere aldırmadan kafasından şunları geçirdi:
"Dünya bir düştür. Evet, dünya...Ah! Evet, dünya bir masaldır."

24.11.06

Dante Denklemi

[ Dante Denklemi - Jane Jensen, Koridor Yayıncılık, Çeviren: Selim Yeniçeri
adlı, beni bilimsel felsefesiyle büyüleyen kitaptan alıntı, kitabı kesinlikle alıp okumanızı tavsiye ediyorum, iyilik ve kötülüğün bilimsel ve felsefi temeli üzerine bir kitap: ]



MADDE 378881-A - KOBINSKI, YOSEF, AUSCHWITZ, 1943
...
Sadece iki olasılık var. Bir: Onlar gerçekten yılan; hem içte hem de dışta. İki: Aslında yılan değiller ama yılanlarla sarılı oldukları için yılan gibi davranarak hayatta kalmaya çalışıyorlar. Belki de başlangıçta aralarından sadece bir kaçı yılandı. Bütün bir ulus nasıl yılan olarak doğabilir ki? Ama annem, çok somurtkan birinin hayatının sonuna kadar öyle kalacağını söylerdi! Bu yılan olmayan yılanlar, başlangıçta acı ve pişmanlık duyuyorlar. Ama çok geçmeden, zaman içinde kendilerinin de yılana dönüştüğünü görüyorlar. Gettodayken bazı subayların gözlerinde acıma ifadesi görürdüm. Ama artık o gözlerde hiçbir şey yok!
Şunu bilmek önemli: İnsan kendi sefirotunu değiştirebilir. Ah, evet, tamamen değiştirebilir! Bu kendi içinde Hesed/Gebora'dır; büyük bir merhamet ve korkunç bir yargı. Büyük merhamet şu: Olduğun gibi kalmak zorunda değilsin. Korkunç yargı şu: Hak ettiğin şey olursun.
...

Bir çocuk anne rahmine düştüğünde, bir milyon sperm tek bir yumurta için yarış eder. Spermlerden biri yumurtaya girmeyi başardığında kapıları kapatan gizemli güç nedir? Bu aynı süreç, bir gezegende sadece tek bit türün egemen olmasını da sağlar. Evrim teorisini şu soruyla sorgulayan hahamlar duydum: Eğer maymunlar akrabalarımızsa, neden onlar da ruh denen bilinç kıvılcımını geliştiremediler? Nedeni şu: Evrim sürecinin başlarında, bir milyon farklı tür o kıvılcıma daha hızlı, daha hızlı ulaşmak için birbirleriyle rekabet eder. Ve türlerden biri o bilinç nimetine ulaştığında, diğerleri için kapılar sonsuza dek kapanır. Nasıl bakacağımızı bildiğimiz takdirde, evrenin sırlarını yumurta kabuklarında bulabiliriz.
Yosef Kobinski, İşkence Kitabı, 1943
...

V For Vendetta - Freedom! Forever!

[ Alan Moore ve David Llyod'un muhteşem ötesi grafik-romanından uyarlanan, ünlü matrix serisinin yönetmenleri Wachowski kardeşlerin yapımcılığını üstlendiği "V for Vendetta" filminden/romanından beğendiğim replikler / IMDB/ ]

Creedy: Defiant to the end, huh? You won't cry like him, will you? You're not afraid of death. You're like me.
V: The only thing that you and I have in common, Mr. Creedy, is we're both about to die.
Creedy: How do you imagine that's gonna happen?
V: With my hands around your neck.
Creedy: Bollocks. Whatchya gonna do, huh? We've swept this place. You've got nothing. Nothing but your bloody knives and your fancy karate gimmicks. We have guns.
V: No, what you have are bullets, and the hope that when your guns are empty I'm no longer be standing, because if I am you'll all be dead before you've reloaded.
Creedy: That's impossible. Kill him. [the fingermen open fire on V, but he still stands after their clips are empty]
V: My turn. [after a hail of gunfire doesn't stop V]
Creedy: Die! Die! Why won't you die?... Why won't you die?
V: Beneath this mask there is more than flesh. Beneath this mask there is an idea, Mr. Creedy, and ideas are bulletproof.


Evey Hammond: [Voiceover, introduction] Remember, remember, the Fifth of November,/ The Gunpowder Treason and Plot... / I know of no reason/ Why the Gunpowder Treason should ever be forgot... But what of the man? I know his name was Guy Fawkes and I know, in 1605, he attempted to blow up the Houses of Parliament. But who was he really? What was he like? We are told to remember the idea, not the man, because a man can fail. He can be caught, he can be killed and forgotten, but 400 years later, an idea can still change the world. I've witnessed first hand the power of ideas, I've seen people kill in the name of them, and die defending them... but you cannot kiss an idea, cannot touch it, or hold it... ideas do not bleed, they do not feel pain, they do not love... And it is not an idea that I miss, it is a man... A man that made me remember the Fifth of November. A man that I will never forget.

23.11.06

bir akşam sefası...

Akşam Özgür'ün ebeveynlerinin evindeydik...Bizi akşam mantı/çiğ börek partisine davet ettilerdi...Gerçi ben mantı sevmem peynirli çiğ böreğe yumuldum, üzerine meyve tatlı bir de hoş sohbet...Çok da yemedim aslında ama diğer katılımcı arkadaşların performansları karşısında gözlerim yuvalarından fırladı doğrusu...
Hastalığı Nuray'a(özgürün eşi) da bulaştırmışım sanırım, o da bütün gün evde yatmış :( Ayrıca iş yerindeki kattaki insanların yarısını da hasta ettiğim için herkes bana "freak" muamelesi yapıyor, hatta yöneticime kazan kaldırdılar "bu çocuğu burda istemiyoruz, evine yolla" diye "Valkan Raus" problemi...Olsun bu besin yüklemesi iyi geldi...Oğuzla Başak da gelmişlerdi...eh ortamda bir "çok eski evli çift" iki de "çok yeni evli çift" olunca geyik aldı başını gitti tabiii :) Herkes nasıl tanıştığını anlattı, herkesin hikayesi birbirinden ilginç :) Hiçbirini yazmayacağım buraya ama bu kadar geyiğin içinde karşılıklı hemcins koruma atakları zamanla kimin ne kadar çapkın olduğunu karşı tarafın hatırlamasına yol açtı :) "Hey gidi günler hey" diyip tramisuya dalmışım...Sonra yeni evli çiftler birbirlerinden şikayet etmeye başladı...Her zamanki gibi eşlerimiz bizim ilgisizliğimizden, biz de eşlerimizin gereksiz ilgi beklemesinden yakındık...
Olsun bu da bir sohbetti netice itibariyle...
Haa bir de kol düğmesi olayı var ben onu hiç anlamadım...Oğuz nedir abi bu kol düğmesi olayı?
:)

Amat - İhsan Oktay Anar

Hayal dünyasını hayal bile edemeyeceğimiz İhsan Hocamızın son kitabı Amat'ın arka kapağından(iletişim Yayınevi):

kıyıda ise üç direkli, iki güverteli ve 58 toplu bir kalyon, o karanlıkta usturmaçalarını puta edip iskeleye palamar vermişti. yelkenlerin sarılıolduğu serenler hisa edilmiş ve tez zamanda yola çıkacağını ilân için mizana direğine mavi bayrak çekilmişti. esrarengiz adam, kalabalığı yarıp elinden tuttuğu isrâfil'le iskeleden gemiye doğru yürümeye başladı. kalyonun dikmesinin palangalarına asılan ve tıraka tutan gemicilere vardiyan, "yisa, sizi gidi sütü bozuk sünepeler! yisa beraber! varda ruhsuzlar! varda! bre aman! laşka! laşka!" diye feryat ediyor ve hurçların, sandıkların ve fıçıların ambarlara usûlünce istifine nezaret ediyordu. güneşin doğmasına 7 saat kala esrarengiz adam, sürme iskeleden kalyonun çukur güvertesine çıkmak istedi. fakat eline ne kadar asılırsa asılsın eşek isrâfil yerinden bir türlü kımıldamıyordu. o karanlıkta eline son bir kez daha asılıp "gel yâ mübarek!" diye nida eyledi. bunun üzerine çocuk her nedense inat etmekten vazgeçti. ne var ki, sürme iskelenin kayganlığından dolayı düşmemek içinmidir, isrâfil'in kuşağına 40-50 yaşlarında, iri yapılı, sırma işlemeli siyah kaput giymiş biri yapışmıştı. işte bu adam kuşağı bırakıp küpeşteye tutundu ve güverteye ayak bastı. bunun ilâhî düzenin bozulması demek olduğunu hiç kimse bilmeyecekti.

22.11.06

CDE File Manager Problemi

Ya bu nasıl bir problemdir...Bir AIX makinamıza CDE ile erişiyoruz...Ancak Filemanager'a tıkladığımızda "invalid folder specification" hatası alıyoruz...Tüm kullanıcılarda aynı problem olması beni sistemde genel bir problem olduğu düşüncesine gark etti, ancak ben gene de bir kullanıcının .dt klasörünü sildim, tekrar login olduğunda bu klasör tekrar yaratılıp problem çözülecek mi diye bakacaktım...Klasör oluştu ancak aldığımız hata sayısı 3'e çıktı...
CDE çok network tabanlı çalıştığı için hosts dosyasında sistemin alias name'inin yanında fully qualified domain name'ini de yazdım yemedi...Zaten dns düz ve ters lookup'ları da sağlıklı çalışıyor...Makinada cluster var, cluster açılınca hostname'i değişiyor kesin orda bi problem çıktı,
reboot etmeyi deneyeceğim bir ara bakalım sonuç alabilecek miyim...

ikinci sesim daha beter...

İş görüşmesinden şimdi geldim, tekrar tekrar aynı şeyleri konuşuyoruz...Sanırım muhabbetimi sevdiler :) Biraz iyi oldum gibiydi ama dışarı çıkıp tekrar gelince gene kötü oldum...Tekrar yatıp uyuyacağım sanırım...Saat 13:00 de Anadolu Yakasındaki evimden çıktım...14:45 gibi karşıda olabildim...Cesaretim kırıldı doğrusu, hem karşıya geçme konusunda, hem de trafik veya herhangibir problemin memleketimde bir türlü çözüme kavuşmayacağı konusunda...Neyse, memleket problemleri buraya yazmakla bitmez, çözüm de üretilmez zaten...
Biraz gitar çalıp öyle yatiim diorum...Hem eşim geldiğinde yatakta olursam çok hastayım numarası yapıp yatağa servis isteyebilirim...Oh be süper valla...
Geri dönerken benzin ikaz düğmesi yandı az daha yolda kalıodum, zor attım kendimi benzinciye...Düldülün cumartesi ilk bakımı var çok heyecanlı o yüzden fazla benzin yakıyor...
Nokiasupersound yarışmasına katılıp sahnede çaldık grubumla , dreamtv de yayımlancak dediler ancak gününü bilmiyorlar, bir kaç kez baktım ama rastlayamadım...Vazgeçtim uğraşamicam...
Eşim aradı, buzluktan köfteyi indirir miymişim...Hastayım ben ya :)
Aklıma birşeyler geldikçe yazarım...

ilk sesim boğuk çıkacak...

Çok üşütmüşüm,izinliyim bugün...Dün blog ismimi almıştım bugün hazır öksürükler içinde yatıyorken bir kaç kelime yazayım dedim...Bir blog'a ne yazılır, ya da bu satırları yazmadan önce başka bir girişgah mı gerekir tam olarak bilemiyorum ama sonuçta canımız ne isterse onu yazabileceğimizi düşünüyorum...Öyleyse neden olmasın...Dün gece özel bir hastahanenin aciline gittim, hemen ilgilendiler gerekli ilaçları yazdılar...Bir kaç gündür hastayım, kendi kurumumun doktoru sağolsun beni "ne istiyorsun" diye karşılayıp "hiçbirşeyin yok" diye göndermişti...Boğazıma bile bakmadı...Dün güzel bir muayeneden sonra faranjit olduğum anlaşıldı...Mamafih, elimde 3 adet özel sigorta kartı olmasına rağmen, gittiğim 4 nöbetçi eczanenin hiçbirinde özel sigorta anlaşması yoktu...İnat ettim almadım ilaçları, tekrar bir takım bilgileri doldurup sigortadan ilaç ücretlerini almakla uğraşmayayım diye...Eskiden bir kere başıma geldi, parayı alamadım uğraştığımla kaldım...Son derece kalitesiz bir gece uykusundan sonra sabah evin yakınındaki eczaneye gittim, açılmamıştı bekledim, açılır açılmaz içeri daldım ve ilaçları aldım...Velhasıl sigorta bir takım ilaçları karşılamıyormuş, 100 Liralık toplam ilaç maliyetini kardeş payı yaptık...Bugün bir de iş görüşmesine gitmem gerekiyor, nasıl gideceksem bu halimle...Zaten 3.kere görüşmeye çağırıyorlar hala beni beğenmeye çalışıyorlar...Herhalde genel müdür yardımcılığı teklif edecekler, du bakalım nolcak bu işin sonu...
Geçen salı verdiğimiz konserden beri elime gitar alamadım...Ya iş yerinde çok işim vardı, ya da hastaydım...Şu anda da hiç mecalim yok gitar çalacak...
Hazır elim değmişken nasıl hasta olduğumu da yazayım...Cumartesi günü tarzan gibi tünele gidip müzikal oyuncak baktık kendimize...Özgür(kendisi bizim kayıt mühendisimiz ve mixcimiz olur), "kendime bir çift yakın dinleme monitörü" alacağım diye tutturdu...Sağolsun Babür abi'nin mekanı acaip soğuktu ve uzun süren pazarlıklar sonuç vermediği gibi, titreye titreye oradan çıkmakla kaldık sadece...Bir topuk dondurmacıya girdik, bol buzlu bir limonlu dondurma istedim...Pişman değilim gene olsa gene yaparım...Ancak dondurma daha boğazımdan aşağı kayarken anladım beni güzel günlerin beklediğini...Üstüne üstlük Babür abi telefonla arayıp tamam çocuklar gelin anlaşalım deyince kalkıp gittik, koca monitörleri tüyap otoparkına kadar kan ter içinde taşıdık...Sonra gene tarzan şeklinde dolaşmaya devam ettik bir süre, eşim yetişip üzerimi takviye ettiyse de artık çok geçti tabii...Bütün bunların üzerine sis şeklinde bir sigara bulutunun dolaştığı hayal kahvesinde "soul stuff"ı izlemeye gittik...Ama ne süper grup...Gerisini biliyorsunuz...
Evde olmanın güzel yanları da var, sabah kahvaltı yaptım güzel, eşimi işine yolladım, çöpü çıkardım, şimdi de yatağımda dizüstü bilgisayarımla takılıyorum...Bir yandan Umut'la yazışıyorum, fonda ZZTop - Rough Boy çalıyor...Öyle işte...Gelişmelerden haberdar ederim sizleri :)