25.12.06

Yazınca çok uzun oluyor!

Sanki yaptıklarımı yazınca tekrar tekrar yaşamış gibi oluyorum...Hafta içi Özgür Bey'in LCD televizyonunu monte etmişler gelip, güzel olmuş da, eski 82 ekran wide-screen tüplü eşek ölüsü gibi olan aleti annelerine verecekmiş Özgür, gel götürelim dedi şunu..."Oha!" dedim tabi ama aynı ölçülerde televizyonlar için aynı işlemleri ben de yapmıştım ve Özgür de bana yardım etmişti zamanında...El mecbur gittik...Amma velakin, benim evden asansör düz ayak, asansörden arabaya gitmek de düz ayaktı...Özgürler de ise şöyle: Evden asansör düz ayak, asansörden bahçeye çıkınca merdiven çıkmak zorundasınız, annelerinin evine gidince, apartmana girmek için tekrar merdivenden inmek, asansöre binmek içinse tekrar merdiven çıkmak zorundasınız...Durum bööle ve de özgürle benim aramdaki boy farkından ötürü eğilmek zorunda kalınca ben, kan-ter içinde işimizi bitirdik ama belimi doğrultamadım uzun süre, hatta sonra böbrek sancım tuttu gittim iğne yedim, ufak bi taş düşürmüşünüz ağır bişi mi kaldırdınız dedi doktor, "eveeet" die bağırmışım...Neysem, hafta içi kaydadeğer başka bişi olmadı...Cuma akşamı Nautilus'a gittim...Yeşim Megavizyon'un önünde Nintendo wii oynadı, boks yaptı, çok güzel bir alet, Yeşim o kadar kaptırdı ki kendini gözünü kapatıp kafasını geri çekti, arada bir bana yumruk çakmaktan da geri kalmadı..."Prestige" filmine gittim, bazen merak uyandırıcı bazen sıkan ama genelde iyi bir puanı hakeden bir filmdi...Bence vakit geçirmek istiyorsanız gayet iyi bir film pişman olmuyorsunuz...Sihirbazların aslında ne katil ve katır inatlı, kindar adamlar olduğunu öğrenmek ufkunuzu açıyor...Cumartesi ise sabah Kadıköy Şifa Hastane'sine check-up yaptırmaya gittim...Bişi çıkmadı...Ancak ultarson çekmek için 3 litre su içtim, çok sıkışıosun öyle çekiolar...Çıktıktan sonra işedim, karnım da açtı hastanenin karşısında 3 adet çift kaşar sucuklu tost yedim...Atladım arabaya eve gidecem, trafik sıkıştı, ben de sıkıştım...Ben tabii anca 500cl işemişimdir, ben işedikçe yukarıdan gelmeye devam ediyor...Kadıköyün ara sokaklarında yok araba durur önümde, çöp kamyonu geçer, Allahım nasıl soğuk terler döküyorum...Kendimi eve zor attım, asansörün otomatik kapısı bile bitmek bilmeyen bir vakitte açıldı...Eve dalıp Yeşim'in şaşkın bakışları arasında kendimi tuvalete attım...Oh be dünya varmış...Sonra Taksim'e gidip Umut ve Nihal'le buluşamaya karar verdik...Biraz evde vakit geçirelim dedik...Aaa aklımıza da geldi, bayram turu için geri kalan borcumuzu ödeyecektik...Onu da ödememiz gerekiyordu Ataşehir'de...Tam plan yaparken Kadıköy Şifa'dan aradılar, bi ara "Volkan Bey yanlış bakmışız, siz gebermek üzeresiniz" dicekler die korksam da, sigorta kartımı orada unuttuğum gibi, payıma düşen kısmı da ödemeden kaçtığımı belirttiler..."Ohaaa" dedim aklıma kadıköy trafiği gelince...Bugün kapatmak zorundayız gelir misiniz dediler, ağlamak istedim...Neyse kalktık(kalkmadan önce 2 defa daha işedim, inada bindi iş) önce Ataşehir'de ki ETS tura kalan borcumuzu ödedik, ancak benim vizeden hala haber yok allam ya, uçak dönüş saati çok skndrk bi saatte...Yeşim'in arabasını almıştık, sonra Kadıköy şifanın önüne attı beni Yeşim o trafikte, ileride yer bulursa parketmesini yoksa turlayıp geri gelmesini söyledim Yeşim'e, hemen içeriye daldım toplam 1,5 dakkada işim bitti, çıktım Yeşim'i aradım nerdesin diye, ileride uzaklara gitmiş baya, bi park görevlisini ve bir sürücüyü dövmüş, allam o ne trafik, koşarak gittim nefes nefese atladım arabaya, nihayetinde köprüde trafik olmaması çok şaşırttı beni, AKM otoparkına arabayı bıraktık...Yeşim bir takım kızsal alışverişler yaptı, bi aşağı bi yukarı yürüdük istiklal'de, İnci'de profiterol yedim...Sonra akşam bi yere gittik Umut'lar geldi, adını hatırlamıom, Halep Pasajı'nın girişinde bi kitapçı gümüşçü vardı eskiden orası restoran olmuş, karnımızı doyurduk fiş ve çip yedim...Sonra starbucks, sonra Keyif miydi nereydi oraya gittik, bol bol muhabeet ettik oh be özlemişim arkadaşlarımı, sonra da tıpış tıpış eve geri döndük gecenin bi yarısı...Pazar günüyse geç kalkıp kahvaltı yaptık, galactica serisine kaldığım yerden devam ettim, akşam Adana Dostlar Kepabçısında kayın-kısmıyla buluşup yemek ısmarladık onlara...Eve döndük traş oldum duş aldım yattım budur bütün hikaye...Haftaya daha heyecanlı şeyler olabilir ne de olsam bayram kardişim...

19.12.06

bir haftasonu daha geçti!

Cuma akşamı Özgür'le Nuray bize geldi, Nuray'ın yaptığı pırasa ve hafta içi annemin getirdiği bir leğen yemekten faydalanarak bitirdik yeme işlemini...Oturup Kemal Sunal izleyelim dedik, Nuray sıkıldı, dışarı gidelim dedik, onu da istemedi, eve gitcem dedi, iyi dedik gittiler...O akşam bizde televizyon/dvd seyredecektik, sırf bize bi daha gelmemek için Nuray'lar da lcd televizyon aldılar gidip haftasonu :) bu kadar olur...Cumartesi günü evde gitar çaldım biraz, sonra akşam 18:00'de iş yerinde çalışma vardı, oraya gittim, sabah 02:00 civarı çıkabildim...Öğlene doğru uyanıp Emirgan'daki Sabancı Müzesi'ne Cengiz Han ile ilgili sergiyi görmek için yola çıktık...Maslak civarında, Maslak tarafından gelen trafiği durdurmuşlardı, itfaiye aracı gibi bişi bekliodu karşıda, vinçler falan vardı devasa ne olduğunu anlamadım...Ancak dışarıda kulakları sağır edecek bir gürültü vardı, baktık anlamadık, az daha doğalgaz kokuyo araban dicektim Yeşim'e, demedim...O da bana dicekmiş...Akşam haberlerde gördük ki, yol çalışması yapan ekipler İgdaş'ın doğalgaz borusunu delmişler, meğer oymuş olay, patlayıp havaya uçabilirdik yane, o kadar yakındık kardeşim...Neyse, müzeye gittik, içeri de aldılar arabayı süper valla, otopark ücreti de ödemedik, diğer harcalamar da oldukça makuldu...Çok güzel bir yermiş...Sergi 3 kattan oluşuyordu, orada Alp'lerle buluştuk...Ben 15 dakikada gezdim heryeri sıkıldım sonra, gidip kafeye oturup bizimkileri bekledim...Baya güzel aletler vardı, kılıçlar, müzik enstrümanları, yay, ok, savaş zırhları çok ilgimi çekti, gidip görmenizde fayda var...Ama girişte bir dinleme cihazı veriyorlar onu her camekanın numarası var onu tuşladığında orada sergilenen aletin hikayesini anlatıyor, ben almadım ondan işim 15 dakikada bitti, diğer arkadaşlar aldı, 2 saate vurdu işleri...Nesini anlatıcan...Topuz işte, adamın kafasına kafasına vuruolar çat çat...Çıkışta açlıktan ölmüş vaziyette sanırsam yeniköyün ilerisinde karafırın diye bir yer var, oraya gittik(bildiğimiz karafırın değil)...Ben pastırmalı kuru fasulye ve sucuklu yumurtalı kaşarlı pide yedim, off ya nefisti...Sonra herkes evlere dağıldı...İşte duş muş al hazırlık yap hafta başına gibi geyik işlerle pazar akşamını da devirdik...Öyle işte anacım...

11.12.06

ben haftasonu ne yaptım ya :(

Gitar çaldım bol bol...Özgür'e şarkı çalıştırdım...Sonra kendi kendine gitti o...Cuma akşamı Koşuyolu'ndaki Kirpi'ye gittik...Fajitas'ı götürmüşüm gene oh be...Üzerine bir de dondurmalı profiterol patlatmışım neffis valla neffis...Ondan sonra da sinemaya gittik Natilus'ta..."Children of Men" bence çok güzel filmdi, aman iyi ki gitmişiz moralimiz düzeldi allam ya :( Filmin çekimleri çok garipti, sanki başroldeki Owen amcamla beraber hareket ediyormuşuz gibi çekmişler...Sonlara doğru olan binayı askerlerin tanklarla tüfeklerle basması olayını çok güzel çekmişlerdi..."Children of Men_yani adamların çıldırması şeklinde çevrilebilir mi acaba :)_" Frank Miller'ın grafik romanından uyarlanmış bir film...Bu adam Alan Moore'un kankası mıdır nedir yaf, ikisi de İngiltere'nin ileride faşist bir ülke olacağı korkusunu taşıyor(bknz. V for Vendetta)...Cumartesi günü genelde evdeydim...Aksam disari ciktik, Ataşehir'de adı farfara veya fasarya veya paparoya mıdır nedir olan bir Karadeniz yemekleri yapan yer var...Yeşim, ben, Nuray, Özgür, Seda, Alparslan oraya gittik...Hepimiz hamsinin envayi çeşidine yumulduk...Özgür'ü zorla kollarından tutup çıkartırken "bana ne! bana ne! bi tane de kapalı kıymalı pide yicem" die ağlıodu...Neyse karısı dövdü de sustu...6 kişi yedik içtik 75 kaat hesap verdik gayet iyi...Sonra Alp'lere gidip hababam sınıfı 3,5 u izledik...Fena deildi eğlendik...Kızlar romantik bir film, biz de korku filmi isteince orta yolu böölcee bulmuş olduk :)...Pazar günü de Özgür'le çalıştık işte biraz, sonra Ataşehir Migros'a alışverişe gittik, gitmeden önce Divan'da yemek yedik..."4 kişi o gün çocuklar gibi şendik, 4 gibi o gün azıcık bişi yiyip kol gibi hesap ödedik" demiş atalarımız...Neyse haftalık alışverişimizi de yapıp Migros'tan eve geldik...Gene gitar çaldım, anladım ki olmuyor olamıyor, kabiliyet bu kadar nabarsın...
Yeşim'in vizesi çıktı, yakında oyuncağı, maketi falan da çıkar, benim şengene çok var daha...20'sinde belli olur...Biz daha Barselona'yı bitirmeden Amerika planlarına başladık...Oradaki arkadaşımız Tülay'la yazışıyoruz bize yardımcı oluyor ne gusel :)
Bir sonraki post'a kadar hoşçakalıın....

8.12.06

YUH!

Basından:
Büyükşehir Belediyesi kent merkezindeki trafiği rahatlatmak için bazı bölgelere girişin paralı olmasını istiyor...
"Yuh" demek istiyorum çünkü içimden başka birşey söylemek gelmiyor...Londra'da Stockolm'de falan böyleymiş de, trafik %40 azalmışta...Dünyada 4 şehirde var böyle bir uygulama ve bu şehirlerdeki insanların gelir düzeyleri bir yana, ulaşım imkanlarını da göz önüne aldılar mı acaba sayın yetkililer? Böyle konular yazmayacağım diyorum ama insan bir yerden sonra zıvanadan çıkıyor...Adamların örümcek ağı gibi metrosu var, sakince binip istediğiniz yere gidebileceğiniz otobüsleri var, bizde ise otobüsten veya tramvay/metordan çıktıktan sonra en yakın hamama gidip kese attırmanız gerekiyor...Böyle şeylere kafa yoracaklarına, birilerini zengin etmek için senede 4 defa kaldırım yeniletmeseler de, çukurlarına düşe kalka üzerinden geçtiğimiz yolları düzeltseler, mantıklı kavşaklar ve göbekler yapsalar, metroyu heryere taşısalar, yok olmaz...Niye? Çünkü biz bunu haketmiyoruz...Bizim kendi insanına değer veren ülkeler kadar raconumuz yok, ne yapsalar yeriz, onu da kabul ederiz...Haa o ülkelerin çoğu da sömürgecilik yaparak, kendi vatandaşlarını sömürdükleri ülkelerin muzlarıyla beslediler ama olsun...İstersek, paramızı birilerinin yandaşlarına yedirmezsek bizde de idare edebilecek şekilde bir yol bulunabilir diye düşünüyorum...Evimin yakınına metro gelse nie binmiim salak mıyım ben? Ya da otobüslerde halkı sapıkça birbirlerine kaynatmaya çalışmasalar niye binmiyiim otobüse?
Haa bi de taksimde mesela otoparka zaten eşşek yüküyle para ödüyoruz...Bi daha niye para alıyosunuz...
Metro vardı da ben mi binemdim :D
Bak sinirlendim gene gidiim sigara içiim, yarısı vergi olarak gitsin, olsun yarısına devlet tarafından el konulan ve karşılığında devletten hiçbi bok alamadığım maaşımla yarısı vergilendirilmiş kutsal tütün alırım gene...Taksime girerken de para veririm sonra...Evime girerken de...Sıçarken de veririm...Bokometre taktırırım...
Hayret bişi...

4.12.06

off yoruldum yaaa!

İş yerim taşındığı için geçen haftayı koliler içinde geçirdim...Bugün yeni binaya geldim ve anca bir IP alabildim...Bayram tatilinde Barselona'ya gitmek istiyorum...Geçen hafta yoğun olarak vize için gerekli belgeleri toplmaya uğraşmakla, ve daha ufak bir yere taşınacağım için bir yığın kitabı atıp, kalan malzemelerimi ve pc'lerimi kolilemekle geçti...Netice itibariyle bugün kolilerimi yeni yerimde açtım, işte ne kadar yerleştiysek yerleştik...Bugün de iş görüşmesi için bir çip üreticisi firmadan aradılar, ancak karşıya gidip gelmek istemiyorum...Ne yazık ki İstanbul'da gelen iş tekliflerini bu trafik problemi yüzünden değerlendiremiyorsunuz...Neyse durumumu kabul ettim, herhalde kıpırdamayacağım yerimden...
nokiasupersound'da grupça ilk 10'a kalamayıp ayrı bir başarıya imza attık...
röportajda da atıp tutumuşum ilk 3'e kalıcaz diye...Halk arasında ilk üçe kalamamaya "üçün birini almak", olayın sonucuna da "müdür olmak" deniyor...



haftasonu alparslan'la xbox'ta futbol oynadık...Hiç gol atamadık saatlerce...ne kabiliyetsiz adamlarmışız yav...bütün maçlar penaltılara kaldı...onda da ellemedik kendi kendine attı yaptı bişiler...Kokoreç olayına girdik bi yarım yedim üzerine bi çeyrek...oh beeee! süperdi valla...
Pazar akşamı MİAM kayıt stüdyolarına gittik...İTÜ Maçka'nın içinde, ortadoğu ve balkanların en güzel stüdyosunu yapmış adamlar...bizim çalıştıklarımız stüdyo değilmiş bugüne kadar...Özgür mix dersi aldı oranın direktörü Pieter'dan(aynen böyle yazılıyor)...Ben arkadan öğrenci masasından izledim...Ne çok alet vardı kafayı yedim...
bi de arkadaşlarla toplanıp cover çalalım bi yerlerde çıkalım muhabbeti yaptık...her 3 ayda bir olduğu gibi listeler hazrılandı...üşenmeyip çalışırsak birşeyler olacak...biz KOR'uz...

27.11.06

yoğun bir haftasonu

Haftasonu gene çok yoğun geçti...C.tesi sabahı erkenden düldülü bakıma götürdüm...Arabayı birkaç saat sonra teslim alacak olduğum için aradaki süreyi Murat'ın evinde kahvaltı ve muhabbet etmekle geçirdim...Nefis sucuk, bal/kaymak ve bilimum kahvaltı malzemesiyle donanmış masada göbeklerimiz çatlayana kadar yedik...Kahvaltının ardından bize katılan Umut'la birlikte kurduğumuz 3lü kumpanya, tartışma konusu "kitaplar/nolcak bu Türkiye'nin hali/iş görüşmelerinin saçmalıkları" gibi başlıklar olacak şekilde, bilinen ve üretilen her türlü küfür kullanarak kendini bir müddet tahrik ettikten sonra ayrılık vaktinin gelmesiyle kendini feshetti...Arabayı aldıktan sonra karşıya evime geçtim...Bir nikaha katıldım akşamüstü...Bu sefer gelinle damadın çıkacağı taraftaki kapıya doğru durdum, takı merasiminde en önde olayım diye...En önü kaptım kapmasına da, insanlarımızda sıra kültürü ve diğer insanlara saygı diye birşey olmadığından, en önde girdiğim sırada, takı sırasının bana gelmesi 15 dakikayı buldu...Bildiğim her türlü küfürü savurdum içimden...Bazen insanlardan nefret ediyorum...Bunu da not düşüyorum buraya...İsteyen istediğini söylesin, en okumuşu, en kültürlüsü dediğin insan bile hakkını gaspediyor...
Neyse, daha sonra arkadaşlarla buluşarak Moda'daki Oyun Atölye'sinde oynanan Shakespeare'in ünlü komedisi "Hırçın Kız"a gittik...Oyunun genelinde eğlendik, çok güldük, tabii oyunu bizim kültürümüze doğru oldukça fazla eğmişler doğal olarak,
oyuncular çok hareketli ve enerjiktiler...Belden aşağı takılmalar bence biraz fazlaydı...Oyunun sonu da bence çok havada kalmış, ya da ben yorumlayamadım o da bir ihtimal tabii :)
Akşam eşim de ben de hasta olduğumuzdan yorgun argın eve döndük, kafayı vurup uyumuşuz...
Pazar sabahı erkenden kalkıp anne-babaya kahvaltıya gittik...Klasik yedirme işkenceleri ve hayat ve sağlık üzerine baskılardan sonra, çocukluk arkadaşımın evine geçtik...Yeni baba olmuştu da...Ben bebekten çok Ulaş'ın halini görmeye gittim aslında...Gizli gizli dertleştik Ulaş'la :) Çok gizli oldu ya şimdi...
1 kaç saat hoş muhabbetin ardından, kalkıp tekrar anadolu yakasına geçtik...Migros'a uğrayıp haftalık alışveriş yaptık...Eve güç bela kendimizi atttık, yerleştirme ve hafif yemek aşamalarından sonra "Karayip Korsanları - Ölü Adamın Sandığı" filmini dvd keyfi vaktimizde izledik...Pazar en geç akşam 5 gibi evimde olup rahatlatıcı ve dinlendirici bir şekilde vakit geçirmekten çok hoşlanıyorum...Hem kafayı dinliyorsun, hem de haftabaşı iş gününe dinlenmiş olarak girme şansını arttırıyorsun...
Daha sonra uyuduk ve uyandık ve işte haftanın ilk mesai günü başladı...
Herkese iyi çalışmalar :)

25.11.06

Puslu Kıtalar Atlası

[ İhsan Oktay Anar Hocamızın bizi kendine hayran bıraktığı ilk romanı olan Puslu Kıtalar Atlası/İletişim Yayınevi/ romanının arka kapağından]
Yeniçeriler kapıyı zorlarken Uzun İhsan Efendi hala malum konuyu düşünüyor, fakat işin içinden bir türlü çıkamıyordu...
"Rendekar doğru mu söylüyor? Düşünüyorum, öyleyse varım. Oldukça makul. Fakat bundan tam tersi bir sonuç, varolmadığım, bir düş olduğum sonucu da çıkar: Düşünen bir adamı düşünüyorum. Düşündüğümü bildiğim için, ben varım. Düşündüğünü bildiğim için, düşlediğim bu adamın da varolduğunu biliyorum. Böylece o da benim kadar gerçek oluyor. Bundan sonrası çok daha hüzünlü bir sonuca varıyor. Düşündüğünü düşündüğüm bu adamın beni düşlediğini düşlüyorum: Öyleyse gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum."
Kapı kırıldığında Uzun İhsan Efendi kitabı kapadı. Az sonra başına geleceklere aldırmadan kafasından şunları geçirdi:
"Dünya bir düştür. Evet, dünya...Ah! Evet, dünya bir masaldır."

24.11.06

Dante Denklemi

[ Dante Denklemi - Jane Jensen, Koridor Yayıncılık, Çeviren: Selim Yeniçeri
adlı, beni bilimsel felsefesiyle büyüleyen kitaptan alıntı, kitabı kesinlikle alıp okumanızı tavsiye ediyorum, iyilik ve kötülüğün bilimsel ve felsefi temeli üzerine bir kitap: ]



MADDE 378881-A - KOBINSKI, YOSEF, AUSCHWITZ, 1943
...
Sadece iki olasılık var. Bir: Onlar gerçekten yılan; hem içte hem de dışta. İki: Aslında yılan değiller ama yılanlarla sarılı oldukları için yılan gibi davranarak hayatta kalmaya çalışıyorlar. Belki de başlangıçta aralarından sadece bir kaçı yılandı. Bütün bir ulus nasıl yılan olarak doğabilir ki? Ama annem, çok somurtkan birinin hayatının sonuna kadar öyle kalacağını söylerdi! Bu yılan olmayan yılanlar, başlangıçta acı ve pişmanlık duyuyorlar. Ama çok geçmeden, zaman içinde kendilerinin de yılana dönüştüğünü görüyorlar. Gettodayken bazı subayların gözlerinde acıma ifadesi görürdüm. Ama artık o gözlerde hiçbir şey yok!
Şunu bilmek önemli: İnsan kendi sefirotunu değiştirebilir. Ah, evet, tamamen değiştirebilir! Bu kendi içinde Hesed/Gebora'dır; büyük bir merhamet ve korkunç bir yargı. Büyük merhamet şu: Olduğun gibi kalmak zorunda değilsin. Korkunç yargı şu: Hak ettiğin şey olursun.
...

Bir çocuk anne rahmine düştüğünde, bir milyon sperm tek bir yumurta için yarış eder. Spermlerden biri yumurtaya girmeyi başardığında kapıları kapatan gizemli güç nedir? Bu aynı süreç, bir gezegende sadece tek bit türün egemen olmasını da sağlar. Evrim teorisini şu soruyla sorgulayan hahamlar duydum: Eğer maymunlar akrabalarımızsa, neden onlar da ruh denen bilinç kıvılcımını geliştiremediler? Nedeni şu: Evrim sürecinin başlarında, bir milyon farklı tür o kıvılcıma daha hızlı, daha hızlı ulaşmak için birbirleriyle rekabet eder. Ve türlerden biri o bilinç nimetine ulaştığında, diğerleri için kapılar sonsuza dek kapanır. Nasıl bakacağımızı bildiğimiz takdirde, evrenin sırlarını yumurta kabuklarında bulabiliriz.
Yosef Kobinski, İşkence Kitabı, 1943
...

V For Vendetta - Freedom! Forever!

[ Alan Moore ve David Llyod'un muhteşem ötesi grafik-romanından uyarlanan, ünlü matrix serisinin yönetmenleri Wachowski kardeşlerin yapımcılığını üstlendiği "V for Vendetta" filminden/romanından beğendiğim replikler / IMDB/ ]

Creedy: Defiant to the end, huh? You won't cry like him, will you? You're not afraid of death. You're like me.
V: The only thing that you and I have in common, Mr. Creedy, is we're both about to die.
Creedy: How do you imagine that's gonna happen?
V: With my hands around your neck.
Creedy: Bollocks. Whatchya gonna do, huh? We've swept this place. You've got nothing. Nothing but your bloody knives and your fancy karate gimmicks. We have guns.
V: No, what you have are bullets, and the hope that when your guns are empty I'm no longer be standing, because if I am you'll all be dead before you've reloaded.
Creedy: That's impossible. Kill him. [the fingermen open fire on V, but he still stands after their clips are empty]
V: My turn. [after a hail of gunfire doesn't stop V]
Creedy: Die! Die! Why won't you die?... Why won't you die?
V: Beneath this mask there is more than flesh. Beneath this mask there is an idea, Mr. Creedy, and ideas are bulletproof.


Evey Hammond: [Voiceover, introduction] Remember, remember, the Fifth of November,/ The Gunpowder Treason and Plot... / I know of no reason/ Why the Gunpowder Treason should ever be forgot... But what of the man? I know his name was Guy Fawkes and I know, in 1605, he attempted to blow up the Houses of Parliament. But who was he really? What was he like? We are told to remember the idea, not the man, because a man can fail. He can be caught, he can be killed and forgotten, but 400 years later, an idea can still change the world. I've witnessed first hand the power of ideas, I've seen people kill in the name of them, and die defending them... but you cannot kiss an idea, cannot touch it, or hold it... ideas do not bleed, they do not feel pain, they do not love... And it is not an idea that I miss, it is a man... A man that made me remember the Fifth of November. A man that I will never forget.

23.11.06

bir akşam sefası...

Akşam Özgür'ün ebeveynlerinin evindeydik...Bizi akşam mantı/çiğ börek partisine davet ettilerdi...Gerçi ben mantı sevmem peynirli çiğ böreğe yumuldum, üzerine meyve tatlı bir de hoş sohbet...Çok da yemedim aslında ama diğer katılımcı arkadaşların performansları karşısında gözlerim yuvalarından fırladı doğrusu...
Hastalığı Nuray'a(özgürün eşi) da bulaştırmışım sanırım, o da bütün gün evde yatmış :( Ayrıca iş yerindeki kattaki insanların yarısını da hasta ettiğim için herkes bana "freak" muamelesi yapıyor, hatta yöneticime kazan kaldırdılar "bu çocuğu burda istemiyoruz, evine yolla" diye "Valkan Raus" problemi...Olsun bu besin yüklemesi iyi geldi...Oğuzla Başak da gelmişlerdi...eh ortamda bir "çok eski evli çift" iki de "çok yeni evli çift" olunca geyik aldı başını gitti tabiii :) Herkes nasıl tanıştığını anlattı, herkesin hikayesi birbirinden ilginç :) Hiçbirini yazmayacağım buraya ama bu kadar geyiğin içinde karşılıklı hemcins koruma atakları zamanla kimin ne kadar çapkın olduğunu karşı tarafın hatırlamasına yol açtı :) "Hey gidi günler hey" diyip tramisuya dalmışım...Sonra yeni evli çiftler birbirlerinden şikayet etmeye başladı...Her zamanki gibi eşlerimiz bizim ilgisizliğimizden, biz de eşlerimizin gereksiz ilgi beklemesinden yakındık...
Olsun bu da bir sohbetti netice itibariyle...
Haa bir de kol düğmesi olayı var ben onu hiç anlamadım...Oğuz nedir abi bu kol düğmesi olayı?
:)

Amat - İhsan Oktay Anar

Hayal dünyasını hayal bile edemeyeceğimiz İhsan Hocamızın son kitabı Amat'ın arka kapağından(iletişim Yayınevi):

kıyıda ise üç direkli, iki güverteli ve 58 toplu bir kalyon, o karanlıkta usturmaçalarını puta edip iskeleye palamar vermişti. yelkenlerin sarılıolduğu serenler hisa edilmiş ve tez zamanda yola çıkacağını ilân için mizana direğine mavi bayrak çekilmişti. esrarengiz adam, kalabalığı yarıp elinden tuttuğu isrâfil'le iskeleden gemiye doğru yürümeye başladı. kalyonun dikmesinin palangalarına asılan ve tıraka tutan gemicilere vardiyan, "yisa, sizi gidi sütü bozuk sünepeler! yisa beraber! varda ruhsuzlar! varda! bre aman! laşka! laşka!" diye feryat ediyor ve hurçların, sandıkların ve fıçıların ambarlara usûlünce istifine nezaret ediyordu. güneşin doğmasına 7 saat kala esrarengiz adam, sürme iskeleden kalyonun çukur güvertesine çıkmak istedi. fakat eline ne kadar asılırsa asılsın eşek isrâfil yerinden bir türlü kımıldamıyordu. o karanlıkta eline son bir kez daha asılıp "gel yâ mübarek!" diye nida eyledi. bunun üzerine çocuk her nedense inat etmekten vazgeçti. ne var ki, sürme iskelenin kayganlığından dolayı düşmemek içinmidir, isrâfil'in kuşağına 40-50 yaşlarında, iri yapılı, sırma işlemeli siyah kaput giymiş biri yapışmıştı. işte bu adam kuşağı bırakıp küpeşteye tutundu ve güverteye ayak bastı. bunun ilâhî düzenin bozulması demek olduğunu hiç kimse bilmeyecekti.

22.11.06

CDE File Manager Problemi

Ya bu nasıl bir problemdir...Bir AIX makinamıza CDE ile erişiyoruz...Ancak Filemanager'a tıkladığımızda "invalid folder specification" hatası alıyoruz...Tüm kullanıcılarda aynı problem olması beni sistemde genel bir problem olduğu düşüncesine gark etti, ancak ben gene de bir kullanıcının .dt klasörünü sildim, tekrar login olduğunda bu klasör tekrar yaratılıp problem çözülecek mi diye bakacaktım...Klasör oluştu ancak aldığımız hata sayısı 3'e çıktı...
CDE çok network tabanlı çalıştığı için hosts dosyasında sistemin alias name'inin yanında fully qualified domain name'ini de yazdım yemedi...Zaten dns düz ve ters lookup'ları da sağlıklı çalışıyor...Makinada cluster var, cluster açılınca hostname'i değişiyor kesin orda bi problem çıktı,
reboot etmeyi deneyeceğim bir ara bakalım sonuç alabilecek miyim...

ikinci sesim daha beter...

İş görüşmesinden şimdi geldim, tekrar tekrar aynı şeyleri konuşuyoruz...Sanırım muhabbetimi sevdiler :) Biraz iyi oldum gibiydi ama dışarı çıkıp tekrar gelince gene kötü oldum...Tekrar yatıp uyuyacağım sanırım...Saat 13:00 de Anadolu Yakasındaki evimden çıktım...14:45 gibi karşıda olabildim...Cesaretim kırıldı doğrusu, hem karşıya geçme konusunda, hem de trafik veya herhangibir problemin memleketimde bir türlü çözüme kavuşmayacağı konusunda...Neyse, memleket problemleri buraya yazmakla bitmez, çözüm de üretilmez zaten...
Biraz gitar çalıp öyle yatiim diorum...Hem eşim geldiğinde yatakta olursam çok hastayım numarası yapıp yatağa servis isteyebilirim...Oh be süper valla...
Geri dönerken benzin ikaz düğmesi yandı az daha yolda kalıodum, zor attım kendimi benzinciye...Düldülün cumartesi ilk bakımı var çok heyecanlı o yüzden fazla benzin yakıyor...
Nokiasupersound yarışmasına katılıp sahnede çaldık grubumla , dreamtv de yayımlancak dediler ancak gününü bilmiyorlar, bir kaç kez baktım ama rastlayamadım...Vazgeçtim uğraşamicam...
Eşim aradı, buzluktan köfteyi indirir miymişim...Hastayım ben ya :)
Aklıma birşeyler geldikçe yazarım...

ilk sesim boğuk çıkacak...

Çok üşütmüşüm,izinliyim bugün...Dün blog ismimi almıştım bugün hazır öksürükler içinde yatıyorken bir kaç kelime yazayım dedim...Bir blog'a ne yazılır, ya da bu satırları yazmadan önce başka bir girişgah mı gerekir tam olarak bilemiyorum ama sonuçta canımız ne isterse onu yazabileceğimizi düşünüyorum...Öyleyse neden olmasın...Dün gece özel bir hastahanenin aciline gittim, hemen ilgilendiler gerekli ilaçları yazdılar...Bir kaç gündür hastayım, kendi kurumumun doktoru sağolsun beni "ne istiyorsun" diye karşılayıp "hiçbirşeyin yok" diye göndermişti...Boğazıma bile bakmadı...Dün güzel bir muayeneden sonra faranjit olduğum anlaşıldı...Mamafih, elimde 3 adet özel sigorta kartı olmasına rağmen, gittiğim 4 nöbetçi eczanenin hiçbirinde özel sigorta anlaşması yoktu...İnat ettim almadım ilaçları, tekrar bir takım bilgileri doldurup sigortadan ilaç ücretlerini almakla uğraşmayayım diye...Eskiden bir kere başıma geldi, parayı alamadım uğraştığımla kaldım...Son derece kalitesiz bir gece uykusundan sonra sabah evin yakınındaki eczaneye gittim, açılmamıştı bekledim, açılır açılmaz içeri daldım ve ilaçları aldım...Velhasıl sigorta bir takım ilaçları karşılamıyormuş, 100 Liralık toplam ilaç maliyetini kardeş payı yaptık...Bugün bir de iş görüşmesine gitmem gerekiyor, nasıl gideceksem bu halimle...Zaten 3.kere görüşmeye çağırıyorlar hala beni beğenmeye çalışıyorlar...Herhalde genel müdür yardımcılığı teklif edecekler, du bakalım nolcak bu işin sonu...
Geçen salı verdiğimiz konserden beri elime gitar alamadım...Ya iş yerinde çok işim vardı, ya da hastaydım...Şu anda da hiç mecalim yok gitar çalacak...
Hazır elim değmişken nasıl hasta olduğumu da yazayım...Cumartesi günü tarzan gibi tünele gidip müzikal oyuncak baktık kendimize...Özgür(kendisi bizim kayıt mühendisimiz ve mixcimiz olur), "kendime bir çift yakın dinleme monitörü" alacağım diye tutturdu...Sağolsun Babür abi'nin mekanı acaip soğuktu ve uzun süren pazarlıklar sonuç vermediği gibi, titreye titreye oradan çıkmakla kaldık sadece...Bir topuk dondurmacıya girdik, bol buzlu bir limonlu dondurma istedim...Pişman değilim gene olsa gene yaparım...Ancak dondurma daha boğazımdan aşağı kayarken anladım beni güzel günlerin beklediğini...Üstüne üstlük Babür abi telefonla arayıp tamam çocuklar gelin anlaşalım deyince kalkıp gittik, koca monitörleri tüyap otoparkına kadar kan ter içinde taşıdık...Sonra gene tarzan şeklinde dolaşmaya devam ettik bir süre, eşim yetişip üzerimi takviye ettiyse de artık çok geçti tabii...Bütün bunların üzerine sis şeklinde bir sigara bulutunun dolaştığı hayal kahvesinde "soul stuff"ı izlemeye gittik...Ama ne süper grup...Gerisini biliyorsunuz...
Evde olmanın güzel yanları da var, sabah kahvaltı yaptım güzel, eşimi işine yolladım, çöpü çıkardım, şimdi de yatağımda dizüstü bilgisayarımla takılıyorum...Bir yandan Umut'la yazışıyorum, fonda ZZTop - Rough Boy çalıyor...Öyle işte...Gelişmelerden haberdar ederim sizleri :)